hani bir atasözümüz vardır göz görmeyince gönül katlanır der. gu söz hasreti dindirmek, ayrılık acısına su serpmek için söylenmiş bir söz olsa gerek. bizim camiyada durum tam tersi olur çoğu zaman. göz görmez gönülde katlanmak istemez. ama biz avuturuz gönüllerimizi. biz böylede yaşayabiliriz deriz. biz kendimizi yetiştirdik deriz. diğer insanlardan farkımız yok deriz. ama bizim kendimize bakışımızla, başkalarının bizlere bakışı arasındaki farkı görmeyiz çoğu zaman. projeler geliştirilir bizler için. bizim yararımıza olacağı söylenen ve iyi niyetle düşünülen projeler. bizim için en iyisini düşünmdüğünü zanneden iyi niyetli insanlar tarafından, yada biryerlerden talimat aldığı için angarya bir iş gibi görüp biran önce bitsinde nasıl biterse bitsin mantığıyla haraket eden görevliler tarafından bize, sen nasıl birşey ister veya kullanabilirsin sorusunu sormadan gerçekleştirilmektedir. aklıma tamda bu noktada iki örnek geliyor biri özürlü kimlik kartı, diğeride görengöz. geçmiş dönemlerde özürlü kimlik kartlarıda aynı bu görengöz projesi gibi büyük umut ve beklentilerle çıkarılmıştı. hiçbiryerde rapor istenmeyecek, bir küçük kartla heryerde her işimizi halledebilecektik. kimlik kartları dağıtıldı tabiki problemli bir şekilde. başvuru yapılıyor kartlar aylar sonra geliyordu. on yıl sonra bu yanlışlık giderildi kartlar artık sosyal hizmetler il müdürlüklerinden birkaç gün içinde verilir oldu. ama kart kullanımıyla ilgili problemler bitmedi. kartı veren devlet, aynı kartı çoğu yerde hala kabul etmiyor. kartlar cüzdanlarımızın en ücra köşelerinde arada sırada gösterilmesi gereken bir aksesuar gibi bekliyor. ve bizler görevli keyfine göre haraket edebilmek için çantalarımızda birerde sağlık kurulu raporu taşımak zorundayız. mesela devlet demir yollarına gidersiniz, raporu çantadan çıkarırken, bir görevlinin ikazını işitirsiniz helede anadoluda falansanız görevli sizin sadece kör olduğunuzu unutur aynı zamanda sağır ve delide olduğunuzu varsayıp bağırmaya başlar. o değil o değil koy onu yerine kimlik geçiyor burada kimliğin yokmu senin. bir saniye vardı. tamam işte onu vereceksin sen kimliği bulana kadar arkandaki arkadaşla ilgileniyorum tamammı. tamam. buyrun beyfendi nereye gidecektiniz? tabi ses tonuda normale dönmüştür. sonra maliyeye gidersiniz. ben vergi indirimi yapacaktımda, oradaki aynı ses tonuyla yine bağırmaya başlar. o kart geçmiyor canım raporun yokmu raporun. var efendim buyrun. tabi bizdede olağan üstü kendini ıspatlama ve eğitimli bir birey olduğunu gösterme çabası. yok oda olmaz ben seni sevk edeceğim sen gidip hastaneden yeni bir rapor alacaksın. haydaaaa onlarca kez kör olduğumu ıspatladım bir kez daha ıspatlayayım bakalım dediğiniz gibi olsun. sonra başka kurumlara gidersiniz kimi rapor ister kimi kimlik. hatta kimi doğuştanmı sonradanmı diye sorar. hatta kimi yanağınıza makas yapar çocuk başı okşar gibi başınızı omzunuzu falan okşarlar. neyse konudan uzaklaşmayalım. geçmişte bir bakan maaşının azlığından şikayet eden bir görme engelliye, yav bu halinle iş bulmuşsun daha ne istiyorsun demişti. işte bu bize bakış açısının tam karşıdan çekilmiş bir resmiydi aslında. biz bu halimizle... görengözde öyle; onlar sakat, gözleri görmez, gözleri görmediği için kafalarıda çalışmaz. bir gün ben evimin bahçesine bir masa yapmıştım. basbayağı testere keser ve çivi kullanarak yapmıştım masayı. bir akrabayı davet edip masadan söz edince, senin yaptığın masadan ne olacak demişti. sonrada bahçeye gelip masayı görünce apışıp kalmıştı. sonra aynı akrabaya bilgisayar kullanabildiğimden söz etmiştim. senin kullandığın bilgisayardan ne olur demişti. şimdi hala bilgisayar konusunda benden yardım alıyor. diyeceğim odurki bizimde içimizdeki birikimleri görün ve değerlendirin artık. ve bizim sadece bu halimizin olmadığını, başka hallerimizinde olduğunu kabul edin artık. görengöz projesi ölmüş babam mezarındanda çıkıp gelse tam anlamıyla bir fiyaskodur. bizim yerimize karar veren insanların kim olurlarsa olsunlar, bizimle ilgili kararları artık bizimle birlikte vermelerinin zamanı gelmiştir. hatta geç kalınmıştır. bu halleriyle diyen zihniyetten kurtulunması gerekmektedir. zaten özürlüler yararına bu güne kadar yapılanların yarısı duyarlı iyi niyetli yöneticiler tarafından yapılmışsa, geriye kalan yarısıda avrupa birliği kriterleri gereği yapılomıştır. şimdilik sadece yöneticiler ve politikacılar hakkındaki görüşlerimi a parti b parti ayırt etmeden birazda topluma dokundurmalar yaparak yazdım sıra bizim sivil toplum örgütlerimizede gelecek. onların siyasi arenalarını, kendi aralarında kurdukları kurtlar sofralarınıda yazacağım.şimdilik sadece şunları yazarak yetiniyorum. hiçbir siyasi parti binasının ne içi, ne bahçesi, nede önü benim değil ikinci evim dinlenme yerim bile olamaz. bunu söyleyen stk beni hiçbirşekilde temsil edemez. ben değil beni temsil hakkını, benimle ilgili konuşma hakkını bile onlara vermiyorum. ben siyaset yapmak istersem, özürümü kullanmadan gider bir partide yaparım ama özürümü ön pilana çıkararak siyaset yapmaya kalkarsam buda bir tür dilenciliktir ve ben asla dilenmeyi düşünmem. ben bir kültür sanat derneğine gider, sanat eserlerinin korunması için pratestoya katılırım ama bir kör derneğinin içinde buna asla ne katılır, nede taktir ederim. herkes işini yapacak ve herkes kendi derdini haykıracak. kültürsanat dernekleri özürlülere şu verilsin diye eylem yapıyorlarmı? neyse bunlar başka bir konunu yazısı olsun.
Yorum ekle